GUE/NGL

Geçen Eylül’de yapılan seçimlerde, seçmenler SYRIZA’nın iki eksene dayanan yeni siyasi programını kabul etti:

GUE/NGL Milletvekillerinin Diyarbakır’ın Sur İlçesine Girmelerine İzin Verilmedi

GUE/NGL heyeti, Türkiye ziyaretine dair raporunu Strazburg’da 8 Mart günü saat 17.30’da açıklayacak.

GUE/NGL

Cizre sakinlerine yönelik ölümcül saldırıları en güçlü şekilde kınıyoruz.

30 Aralık 2011 Cuma

Sevgili Türk Arkadaşım

Qileban'da (Uludere) katledilen köylüler için üzülüp isyan edenlere böyle demişsin: “…‘ama’ onlar da gösteri yaparken molotof atıyorlar, taş atıyorlar”

Sevgili Türk arkadaşım,

Öncelikle niyetim atmasınlar da ne yapsınlar demek değil. Derdim sadece olan biteni bilmen. Çünkü bilmek anlamanın ilk adımıdır. Önce bildikten, sonra anladıktan sonra neyi niye yapıyorlar kendin karar verebilirsin. Ondan sonra söylediklerinde ısrarcıysan yapacak bir şey yok ama eğer biraz olsun fikrin değişirse oturup konuşabiliriz.

27 Aralık 2011 Salı

Ofisin Maraş Katliamı İmtihanı

Radikal'in beş gün boyunca yayınladığı Maraş Katliamı hakkındaki yazı dizisini, hiç yapmadığım bir şey yaparak ofisteki bir kaç arkadaşa yönlendirdim. Bu arkadaşların Maraş Katliamı hakkında ne kadar bilgisi var bilmiyorum ama kendilerini tanıdığım kadarıyla kuvvetle muhtemel ki hiç böyle bir şey duymamışlardır. Haber kaynakları haftada bir okudukları Hürriyet gazetesi ve ara sıra baktıkları Milliyet internet sitesiyle kısıtlı olan insanların 33 yıl önce olmuş ve itinayla gündeme gelmesi engellenmiş bir katliamı bilmelerini beklememek lazım.

İşte bu yüzden beş gün hiç sektirmeden saat 08:45'te e-posta adreslerine yazıları gönderdim. Okuyup okumayacaklarını, okurlarsa tepki verip vermeyeceklerini merak ettim. Aslında ilk gün gönderdiğimde geri kalan yazıları da gönderirim diye bir düşüncem yoktu. İlk günkü yazıya tepki gelmeyince taşı delen suyun gücü değil sürekliliğidir deyip devam etmeye karar verdim. Her yazının yarısını okusalar, onu geçtim resimlerine baksalar, hiç değilse akıllarının bir köşesinde bir soru işareti oluşur diye umut ettim. Ve gün böyle bitti.

21 Aralık 2011 Çarşamba

Across the Universe


Sonra bir filme özeniyorum. İnsan, hiç bir filme özenir mi demiyorum, özeniyorum. Hem de ne özeniyorum... Geçtiği döneme özeniyorum, şarkılarına özeniyorum, kahramanlarına özeniyorum. Dönemin ruhuna özeniyorum. Kitaplardan okumuşuz, ne olup biteceğini biliyorum sonunda ama yine de özeniyorum. Başkaldırmışlar, isyan etmişler ve kaybedecekler ama özeniyorum. Sonra şarkılarına bir daha özeniyorum. Dinliyorum, dinlemiyorum yine özeniyorum. Üzerinden 40 yıl geçmiş, o dönemde yaşayanlar ölmüş, yaşamış, yaşayanların bir kısmı caymış ama ben özeniyorum.

Sonra film bitiyor. Ben özencimi alıyorum, saklıyorum. Bir daha izleyene dek sönmesin diye ufak ufak üflüyorum. Bir daha izleyinceye dek içten içe özeniyorum.


Bence bu filmi izleyin...

 

6 Aralık 2011 Salı

Evrim Sürecindeki Kayıp Halka, ÖDPnin Bir Kere Daha Bölünmesiyle Bulundu!

Bilim insanlarını yıllardır uğraştıran evrim sürecindeki kayıp halka bulundu. Bir süredir ÖDP'nin yakın zamanda bölüneceğine dair söylentilerin artması üzerine partiyi yakından gözlemlemeye başlayan bilim insanları, doğa harikası olarak tanımladıkları bir değişime tanık oldular. Geçtiğimiz günlerde ÖDP, 15 yıllık hayatı içerisinde bir kere daha bölündü. Bir canlının kaç kere daha bölüneceğine dair tartışmalarda böylece bir adım daha ileri gidilerek, evrim sürecine akıllı tasarım modeliyle karşı çıkan Harun Yahya'ya bir darbe daha indirilmiş oldu.

4 Aralık 2011 Pazar

Biz de Yaşasak?

* Ölmeyeydik iyiydi ya, kurşun değince canımız gidiyor işte... Yaşımız fark etmiyor. Kimi zaman 12 oluyor, kimi zaman 21. Kurşun bu, yaş dinlemiyor. Çok fazla bir şey istemiyoruz oysa... Biraz kendi dilimizde gülmek, biraz kendi dilimizde ağlamak. Belki biraz da insanca yaşamak. O kadar.

Siz, öyle hani bir kurşun, hani on üç kurşun atıp da vuruyorsunuz ya bizi... Hani biz yere düşüp ölüyoruz ya... Vurmasanız artık bizi diyoruz? Biz de yaşasak? Biz de ertesi günkü matematik dersinin ödevini düşünsek? Biz de üniversiteyi bitirince iş bulup bulamayacağımızın kaygısına düşsek sizin gibi? Biz de sevdiğimize kavuşup kavuşamayacağımızı bilmek için papatya falı baksak? Ve en büyük üzüntümüz kopardığımız papatya için olsa?

Biz de yaşasak? Olmaz mı?

* Diyarbakır'ın Bağlar ilçesinde düzenlenen gösteriler sırasında polisin ateş açması sonucunda Murat Elibol adlı bir genç sırtından vurularak öldürüldü. (03.12.2011)

28 Kasım 2011 Pazartesi

Özeleştiride Değişen Bir Şey Yok...

Turnusol'daki "69 EDP'liden özeleştiri gibi kurultay çağrı metni" başlıklı haberi okudum. Üşenmeyip okumak isterseniz işte şurada:

Ve fakat metni okudukça "özeleştiri nerede yahu, ben mi göremiyorum acaba?" diye düşünmeye başladım. Bir süre partili siyasetten uzak kalınca insan reflekslerini yitirmiş olabilir.


Misal metinde şöyle şeyler geçiyor: "EDP'nin kurulduğu dönemin siyasal haritası içinde ulaşmak istediği örgütsel hedef ve ortaya çıkarmaya çalıştığı alternatif, büyük ölçüde kendisinden kaynaklanmayan dış nedenlerle gerçekleşmemiş olmakla beraber..."

Veya

(PM ve MYK'ye de şu yüzden haksızlık oluyormuş) "Haksızlık olacaktır, zira EDP fikriyatını en fazla benimsemiş, bu fikriyat uğruna uzun bir süredir çaba harcamış olan insanların bu fikriyata uygun politika geliştirmeyi beceremediklerini düşünmek eşyanın tabiatına aykırı bir durumdur. Kayırma olacaktır, çünkü bu insanları sorumluluktan kurtaracak ve tüm suçu istifa edenlere yüklemiş olacaktır..."

Çok affedersiniz ama bizim köyde buna özeleştiri diyenlere gülüyoruz. Kahkaha atanlar da oluyor ama genelde normal bir gülüş hakim. Gerçi imza sahiplerine bakınca aslında insan anlıyor durumu tabi... Yani, suç neden dış mihraklara atılıyor, PM ve MYK'ye neden haksızlık olur diye cümleler kuruluyor, net bir şekilde belli.

Dükalık yola devam ediyoruz demiş kısaca. Yani demokrasiye geçiş olağanüstü koşullar nedeniyle bir süre daha askıda...

Ama niyeyse metni uzun tutmuşlar işte...

22 Kasım 2011 Salı

Ağlamak Güzeldir

Bu fotoğraftaki ağlayan adam kim, biliyor musunuz? Van Belediye Başkanı Bekir Kaya...

Van Valisi, belediyenin yardım çalışmalarına engel olup kanal kanal gezerken o depremzedelerin arasındaydı. Bir insan bütün o gördüklerine ve yaşananlara rağmen halkına hizmet etmesinin engellenmesine ne kadar dayanabilir ki?

İşte Van Belediye Başkanı Bekir Kaya, buraya kadar dayanmış ve göz yaşlarını daha fazla tutamamış... 

Ağlamak güzeldir başkanım. Süzülürken yaşlar gözünden, sakın utanma... Biz seni biliyoruz.

Ekşiyen Sözlük

Okuyacağınız Ekşi Sözlükle ilgili işbu yazı (uzunca bir entry de diyebiliriz) öyle o kadar çok derinlikli bir analiz, inceleme içermiyor. Bu yazı öncelikle bir okurun, sonra da kimi haklı kimi haksız gerekçelerle üç defa sözlükten uçurulmuş bir yazarın amatör tespitleri olarak görülebilir. Üstelik on binlerce yazarın olduğu bir sözlük yapısında, bir defa bile “Geçen haftanın en beğenilen entry'leri" içerisine herhangi bir “entry”si girememiş bir yazar bu. Gerçi hakkımı yemeyeyim bir defa da olsa “Geçen haftanın en kötülenmiş entry'leri” arasına girmiştim. (Sözlüğü takip edenler bu iki kategorinin yazarlar arası ideolojik savaş alanı olduğunu bilirler. Yani kötü listesine girmek o kadar da kötü bir şey olmayabiliyor)

10 Kasım 2011 Perşembe

Hiç Kimse Seni Buna Zorlamamışken

Dünyanın öbür ucundaki bir ada ülkesinin iyi, güzel ve vicdanlı bir insanı, hiç tanımadığı bir ülkedeki, dillerini o ülkenin bile tanımadığı, insanları kurtarmaya geldi ama sağlam diye kalmasına izin verilen otelin çökmesi sonucu öldü.

Ruhun şad olsun Atsushi Miyazaki, sen Nazım'ın dediği gibi yaptın:


"yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde"

26 Ekim 2011 Çarşamba

İlle Dostun Bir Tek Gülü Yaralar Beni

Bayrak, sopa, asker kıyafeti, çakıl taşı... Bu envanter, Van ve çevresini yıkan depremin ardından büyük bir gayretle başlatılan yardım kampanyasıyla birlikte gönderilen paketlerin içinden çıkanlara ait. Dondurucu bir soğukta çaresizce açık havada yaşamaya çalışan insanlara, bir kısım insanlıktan nasibini almamışın reva gördüğü bundan ibaret.

"İlahi adalet, onlar da şehitler için hiçbir şey söylememişlerdi, zaten teröristleri destekliyorlardı, iyi oldu..." Bu sözcük envanteri de en az yukarıda saydığım "yardımlar" kadar hatta belki de daha fazla acı verici ama kullanılmaktan imtina edilmediler. Eminim Türkiye'nin batısında yaşayan Kürtler, bu laflara bir kere de olsa maruz kalmışlardır. Evet, mazlumun yanında olmak bu topraklarda hiçbir zaman çok tercih edilen bir şey olmamıştı zaten ama bu yüzyılda bu kadar vicdansızlaşabilmek ayrı bir beceri doğrusu.

"Deprem her ne kadar Doğu'da Van'da da olsa üzüldük", "...Canımız istediğinde kuş avlar gibi taş atıyoruz. Dağlarda vuruyoruz. Sonra bir şey olunca da asker gelsin, polis gelsin diyoruz. Dengeleri kuralım. Zor günlerde canım cicim. Kuş avlar gibi avlamayalım bunları. O kadar kolay değil. Herkes haddini bilecek..." Bu envanter de televizyon kanallarında programcı ve sunucu olarak istihdam edilen bir canlı türüne ait. Yıllardır abuk sabuk programlar yapıp insanların beynini uyuştururak para kazandıkları yetmiyormuş gibi bir de deprem gibi bir felaketi fırsat bilerek insanların beyin ve kalplerine faşizm tohumu ekmeye çalışanlar var. Bu ekilen faşizm tohumlarının, yıllardır milliyetçilik ve şovenizm gibi insanlığa zararlı fikirlerle doldurulanlarda yeşermeye ne kadar hazır olduğu gönderilen yardım paketlerinden çıkanlar ve konuşulanlardan anlaşılıyor.

Peki, ya devlet? Vatandaşı böyle bir kibir, üstünlük ve ders verme duygusuyla dolduran devletten bir şey beklemek herhalde doğru olmaz. Zaten bütün yetersizliklerini bilmesine rağmen 3 gün boyunca dış yardımı kabul etmeyerek kim bilir kaç kişinin ölümüne neden olması bunun en büyük göstergesi. Halkla daha yakın bir ilişkide olan, depremden zarar görenlerin ihtiyaç duyduğu malzemeleri daha hızlı ve rahat ulaştırabilecek olan yerel yönetimle sırf BDP'li diye iletişim kurmayan bir merkezi yönetimden bahsediyoruz. Dondurucu soğukta hayatta kalmaya çalışan insanlara barınacak kapalı alan sağlayamayan, kurduğu çadırların ise yazlık çadır olduğu ortaya çıkan bir Kızılay'a isyan eden depremzedelere gazla, copla saldıran bir devlet bu (İkinci envantere ek: Yardımı beğenmezsen başına gelen müstahaktır diyenlerin sayısı hiç de az olmadı). Belediyenin yardımları dağıtmak üzere topladığı depoya el koyan, oraya giden yardım kamyonlarını kendisine yönlendiren devlete karşı bir Vanlı'nın "Burası Türkiye olsaydı hemen yardım yağardı" demesinden daha doğal ne olabilir ki?

Medyanın ısrarla ve inatla devletin her türlü yardımı sağladığına dair yayın yapıp depremzedelerin şikayetlerini yayınlamaya değer bulmaması, polisin artık isyan eden halka gazla, copla saldırısını görmezden gelmesi, BDP'li belediyenin çalışmalardan dışlanmasını sorun etmemesi ve "hainler, depremzedelere yardım eden askerlere saldırıp kamyonlara el koyuyor" şeklinde Başbakanın uyarısından hayli etkilenilmiş olduğunu ispat eden haberler yapması vakayı adiyeden sayıldığı için söyleyecek pek bir şey yok. Yine de bunların hepsi tarihe not düşüldü.

Bütün bunlara rağmen hiç mi iyi bir şey olmadı? Elbette ve muhakkak ki oldu. Neyse ki vicdanlarını henüz devreden çıkartmamış binlerce iyi insan var. Onlar canlarını dişlerine takıp depremzedeler biraz daha ısınabilsin, karınları doyabilsin diye çalıştılar, çalışmaya devam ediyorlar. Hiç kuşkusuz ileride bir gün en çok hatırlanacak, güzel sözlerle anılacaklar onlar olacak.

Ve fakat Pir Sultan'ın dediği gibi: "Şu ellerin taşı bana hiç değmez/İlle *dostun bir tek gülü yaralar beni"

*Kardeşlik edebiyatını sürdürmenin manası yok. İki iyi ev arkadaşı olsak da olur.

22 Ekim 2011 Cumartesi

Yumuşak Koltuklar, Sert Sözler



Harbe giden sarı saçlı çocuk! 
Gene böyle güzel dön; 
Dudaklarında deniz kokusu, 
Kirpiklerinde tuz; 
Harbe giden sarı saçlı çocuk! 




- Onlardan kaç kişi ölmüş?
- Vatan hainleri...
- Leşlerini de alıp gitmişler...
- Irak'a hala girmediler mi?
- Hepimiz askeriz!

18 Ekim 2011 Salı

Tatavla'ya Ne Oldu?

Giriş: Tatavla, Yunanca'da "ahırlar" anlamına geliyormuş çünkü Galata'da yaşayan Cenevizliler'in orada ahırları varmış...

Gelişme: Ege Denizi'ndeki fetihler sırasında esir alınanlar, Kasımpaşa tersanelerine gönderiliyormuş. Zamanla bu arkadaşlar bu tepedeki ahırların oraya yerleşmişler. Yerleşenlerin pek çoğu 1566'da ele geçirilen Sakız Adası'dan gelmeymiş. Tatavla, böyle yerleşime açılmış...

Efendim, taaa 1923'e kadar Tatavla nüfusunun %2,5'u Sakız Adası kökenliymiş... Ama ilk olarak bir yangından sonra, 1929'da, Tatavla adını Kurtuluş'la değiştirmişler. Sonra 6-7 Eylül olaylarında da dağdan gelip bağdaki bütün Rumları kovmuşlar...

Sonuç: Bugün Tatavla, Cumartesi akşamları Rum müziği çalan ve sahibi Türk olan bir lokantanın adı... Hem de Kurtuluş'ta...

Tarihi bilgiler: Toplumsal Tarih Dergisi, Sayı 214 (Ekim 2011)
Laubali üslup: T.Özgür Yıldız

9 Ekim 2011 Pazar

Refleks 2.0

70.000.000’luk nüfusa sahip bir ülkede, belirsiz periyotlarda toplumsal konularla ilgili olarak, San Marino (32.000) hadi bilemedin Lihtenştayn (36.000) nüfusu kadar bir kalabalığın oluşturduğu eylemleri yapmanın kime ne faydası var?

Soruyu böyle sorunca yanıtı da kolay oluyor: Hiçbir faydası yok (San Marino ve Lihtenştaynlılar’ı tenzih ederim)

Bu durumda ikinci bir soruyu sormak gerekiyor: Peki, o zaman bu eylemler neden yapılıyor? Elbette ki en belirgin amaç hoşnut olunmayan bir icraata karşı tepki göstermek. Ama bu tür eylemler yapmanın şimdiye kadar pratikte, karşı çıkılan icraatı engellemek adına bir işe yaradığını pek görmedim. 1 Mart tezkeresinin engellenmesi eylemi hariç orada kalabalık, Andorra’nın (86.000) nüfusunu geçmişti ve İspanya (46.000.000) nüfusu kadar bir kesim de Andorralılar’ı fiziken olmasa da kalben desteklemekteydi. Kısaca; istisnalar kaideyi bozmaz. Hatta belki de istisnaen yapmanın faydalarını göstermiş olur.

30 Eylül 2011 Cuma

Emeklilik Yaşı ve Sol

Türkiye’de sol partilerde aktif olarak çalışan kesimleri kabaca üçe ayırabiliriz:

1) Emekliler
2) Öğrenciler
3) Çalışanlar

Bu yazının gizli öznesi: 1) Emekliler

Türkiye’de siyaset yapmanın çok önemli iki ölçütü var: Vakit ve nakit. Ülkenin içinde bulunduğu sosyoekonomik yapı gereği, sol partilerin etkin katılımcıları olması beklenen ücretli çalışanlar (antik zamanlarda proleter de denirmiş) ise vakit ve nakit konusunda bolluk içinde bulunmadıkları için beklendiği kadar başarılı olamıyorlar. Vakti sosyallik, nakdi ekonomik olarak değerlendirirsek:

23 Eylül 2011 Cuma

23 Eylül 1969... Mustafa Taylan Özgür, Beyazıt Meydanı'nda sırtından vuruldu...

(2007'de yazmışım...)

Hiç kendinizi başka birisiymiş gibi hissettiniz mi? Empati kurmak gibi değil, doğrudan o kişinin kendisi olmaktan bahsediyorum. İzlediniz mi bilmiyorum ama bu hafta 'Hatırla Sevgili' isimli dizide Taylan Özgür'ün vuruluşunu verdiler. Beyazıt'ta koşarken arkasından vurdular onu.

Gökyüzüne bakarak yere düştü. Onu koşarken arkasından vurdukları için, gökyüzüne bakarak yere düştüğü için benim adım Taylan oldu. Hiç adınızın başka bir şey olmasını istediniz mi? Adınızı beğenmediğiniz için değil, O olma nedenini beğenmediğiniz için. Dün gece Taylan ölme-seydi benim adım da Taylan olmasaydı diye istedim. Oysa ben adımı çok severim. Adımın anlamını soranlara gururla anlatırım çünkü benim adım sadece güzel bir ad diye Taylan konulmuş değil. Bu dünyadan herkesin eşit ve özgür olmasını isteyen bir insan acımasızca kopartıldığı için, unutulmasın diye konulmuş.

Hiç kendi ölümünüzü izlediniz mi? Dün gece beni koşarken arkamdan vurdular ve ben gökyüzüne bakarak yere düştüm.

Eşitlik ve özgürlük isteyen insanların öldürülmediği ve çocukların isimlerinin hüzünle konulmadığı bir dünya dileğiyle...

22 Eylül 2011 Perşembe

Küçük Hesapların Peşindeki Ofis Canlısı

Her gün aynı saatte kalkıp aynı yolu izleyerek aynı yere gidip aynı işi yapmanın da iyi yanları var aslında diyecek oldum ama düşününce çok saçma geldi. Gerçi, neticede bir ofis canlısı olarak yaşadığım çok da sevimli olmayan hayatı bir şekilde sevimlileştirme güdüsüne sahip oldum zamanla. Bir noktada abartıp saçma gelene kadar sevimlileştirmeye çalışıyorum. Bu sevimlileştirme güdüsü zaman zaman o kadar küçük hesaplar peşinde olmaya yol açıyor ki anlatamam: “Yazın neyse ki klimalı ortamda çalışıyoruz”dan tutun da “iyi ki servis var da yoğun trafikte toplu taşıma araçlarında sürünmüyoruz”a kadar gidiyor bu küçük hesaplar silsilesi. Bu küçük hesaplar öyle ölçüp biçip yapılan şeyler değil. Pek çoğu yıllar boyunca edinilen tecrübelerin ve izlenimlerin refleks olarak gerçek hayata yansıması sonucu yapılıyor.

15 Eylül 2011 Perşembe

Darbe Protestolarına Hayır!

Evet, bundan sonrakiler de iki gün önce gördüğümüz 12 Eylül 1980 darbesinin protesto edildiği mitingler gibi olacaksa bundan sonra darbeyi protesto etmek için artık miting düzenlenmemeli. 15-20 kişilik grupların ellerinde boylarından büyük pankartlar, dillerinde yapabildiklerinden ağır sloganlarla boş ve tecrit edilmiş sokaklarda yürüyüş yaptıktan sonra adeta kafese benzetilmiş bir meydana toplanıp -anma desem anma değil, protesto desem neyin protesto edildiği belli değil - etkinlik yapması sizce de anlamsız değil mi? Herkesten ve her şeyden tecrit edilmiş, nüfusun çoğunluğunun takip ettiği ana akım medyada köşenin de köşesinde yer alacak bir mitingin kime ne faydası var?

10 Eylül 2011 Cumartesi

Ofis Kürtleri

Ekseriyetle Türkiye’nin batısındaki büyük kentlerde doğup büyümüş ve iş hayatını çeşitli yüksekliklerdeki cam binalarda sürdürmekte olan Kürtlerdir. Tıpkı malum Bölge’de yaşayan ve literatürdeki en önemli özelliği elektrik faturası ödememesi olan kavmin “dağlarda yürüyen Türklerin kart-kurt sesi çıkarması sonucu” Kürt diye adlandırılması gibi, Ofis Kürtlerinin de ofiste çalışan Türklerin kağıt öğütme makinesinin çıkardığı kırt-kurt sesi nedeniyle Kürt diye adlandırıldığı tahmin ediliyor. Bu türün en önemli özelliği, Bölge’deki kavimdaşlarının aksine elektrik faturalarını otomatik ödemeye bağlamış olması ve üstüne ücretli çalışanlardan oluşan bir kavim olarak gelir vergisini daha ücretlerini almadan kaynaktan ödemesi olarak biliniyor. Bu bakımdan millet-i sadıka sayılabilirler. Öyle ya, ne de olsa vergi ödemek Türkler için neredeyse İslam’ın altıncı şartı gibi bir şey.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

İfratla Tefrit Arasında ÖDP veya Halkların Kardeşliğine Rahmet

İfrat: Herhangi bir konuda çok ileri gitme, ölçüyü kaçırma, aşırı davranma, taşkınlık...

Tefrit: Herhangi bir konuda geride kalma, yeterli ölçüde olmama durumu...

İfratla tefritin sözlük anlamları böyle. ÖDP özelinde değerlendirmek gerekirse -son zamanlarda- her şey ilk olarak ÖDP'nin seçimlere giremeyişini takiben üyelerini ve seçmenlerini, yeterince solcu bulmadığını zımnen belirttiği Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blok'unu (Blok) desteklemeye davet etmek yerine muğlak açıklamalarla "serbest" bırakmasıyla başladı.

18 Ağustos 2011 Perşembe

5. Mekanize Lojistik Medya Tugayı

İliştirilmiş medya deyimi belki ABD’nin Irak işgali sırasında ortaya çıkmış olabilir ama mesleğin geçmişi bundan daha eskiye dayanıyor. Üç tarafı denizlerle çevrili olan bu topraklar için bu iliştirilmişlik halinin en billur örneği hayatımızın bir dönemine kâbus gibi çökmüş olan Anadolu’dan Görünüm programı ve bu işin kompetanı olan Ertürk Yöndem. Sayesinde bir nesil, programın meşhur müziği başlar başlamaz Pavlov’un köpeği misali hazır ola geçerek huşu içinde kaç teröristin etkisiz hale getirildiğinin açıklanmasını bekledi.

13 Ağustos 2011 Cumartesi

The Libırıls (so called dimokrıts)

Her ne kadar İngiliz yapımı bir dizi adına benzese de öyle değil ve olaylar bir hayli misak-ı milli sınırları içinde geçiyor. Başrollerinde demokratlıkları kendilerinden mütevellit bir takım "libırıl" zevat var ve bunlar çeşitli günlük ceridelerde muharrirlikle ve köşe kadılığıyla iştigal ediyorlar. Pek çoğu solcu eskisi ve dünya görüşünü kökten değiştiren herkes gibi geldikleri noktaya en çok çemkirerek yeni muhitlerine kendilerini ispatlama çabası içindeler. Hele ki bir de buna muktedire yakın olmanın getirdiği kibirli ruh halini eklersek ortaya korkunç ve hibrit bir “libırıl dimokrıt” canlı türü ortaya çıkıyor. Bu hibrit libırıl dimokrıt canlıların işlemek için yakıtların ise muktedirden aldıkları gaz.

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Tarihte Bir İlk: Elektrik Faturası Ödemeyen Bir Kavim Olarak Kürtler

Öncelikle elektrik, fatura ve Kürtlerin ne olduğundan kısaca bahsedelim:

Elektriğin ne olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz ama bilimsel olarak kısaca elektronlar aracılığıyla transfer edilen enerji olarak tanımlayabiliriz. Şu anda tüketmekte olduğumuz neredeyse her şeyin elektrik enerjisi sayesinde üretiliyor olması da hayatımızda ne kadar önemli bir yer kapladığının göstergesi. Elektriğin tarih boyunca iki tür kullanımı olagelmiştir: İyi ve kötü. İyi tür kullanım olarak bir fabrikayı, tarlayı sulayacak sistemi, sıcak yaz günlerinde serinlemek için klimayı çalıştırmayı sayabiliriz. Kötü kullanım ise özellikle 70’li yıllarda yoğunlaşan kaba dayaktan teknolojik yöntemlere geçişi simgeleyen bir tür işkence tekniği olarak karşımıza çıkıyor. Çeşitli emniyet yapılarının faturalarına bakarsak bu türlü kullanımın neredeyse hiç kalmadığını sevinerek gözlemleyebiliriz.

28 Temmuz 2011 Perşembe

Kapitalizmde Sağlık

Bir haftadır serviste gidip gelirken elimde "Kapitalizmde Sağlık-sağlıksızlık semptomları" kitabını taşıyorum. İçindeki sayısını unuttuğum makalelerden henüz bir buçuk tanesini okuyabildim. Ama daha ilk makalede fark ettim ki tıpkı kitabın, başlığında anlatmaya çalıştığı gibi kapitalizm sağlıksız bir şeymiş. İlaç kartelleri, neoliberalleşme, özelleştirme falan hep kötü şeylermiş. "Vay be" dedim, "Gençay Hoca'da yıllardır söylüyor ama kime söylüyor."

Bana söylemiyor herhalde? Zira bazı konularda teknik ve istatistik bilgim yetmiyorsa konuyla ilgili ileri sürülen argümanlardan, solcuların söylediğine otomatik olarak inanma eğilimdeyim zaten. Bence sokaktaki adama söylesin. Ama sokakta söylesin. Mesela Pendik meydanına vantilatörlü çadır kuralım, TTB'den birisi gelsin ve SSS* gibi vatandaşın sorusunu yanıtlasın.

17 Temmuz 2011 Pazar

Cazdan Kına Yakılmaz

Caz müzik deyince pek çok insanın aklına bir grup siyahinin saksafon, trompet, piyano, kontrbas, davul yaptığı bir müzik türü akla gelir. Bu müziğin kökeni 1800'lü yıllarda köle ticareti sonucu ABD'ye getirilen neredeyse yarım milyon Afrikalı'nın, beraberlerinde getirdiği güçlü kabile müzik geleneklerinin Avrupalı enstrümanlarla kaynaştığı 20. yüzyılın başlarında ABD'nin güney eyaletlerinde yaşayan Afrikalı Amerikan topluluklarına dayanıyor.

Müzik tarihçisi değilim dolayısıyla detaylı bir caz müzik tarihi anlatacak durumum yok ancak basit bir gugıllamayla caz müziğinin tarihiyle ilgili bu ve benzeri bilgilere erişmek mümkün. Bu bilgilerden de caz müziğin bir isyan müziği olmasa bile ezilenlerin, yoksulların, kölelerin müziği olarak doğduğu kolaylıkla öğreniliyor.

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Boykottan Öte Köy Var mı?

Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu bileşenlerinin şimdilik güçlü bir sesle dile getirmeseler de Meclis’i boykot konusunda farklı düşündükleri çok açık.

Bloğun içinde yer alan nispeten küçük sol grupların (dernekler, dergi çevreleri vb.) büyük bir kısmının hali hazırda verili sistem içinde politika yapmak gibi bir kaygılarının olmadığını bu kesimlerin yayın organlarını takip eden herkes biliyor (herhangi bir biçimde politika yapmak gibi bir kaygıları var mı, o da tartışılır). Dolayısıyla bu kesimlerin, Bloğun Meclis’i boykot kararı hakkında herhangi bir sıkıntı yaşadıklarını düşünmemek doğru olacaktır. İçinde yer almanın kendilerine göre bir anlam ifade etmediği bir yeri boykot etme politikasının onları tatmin etmesi normal kabul edilebilir.

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Solda “At Kuyruğu” Sendromu

At kuyruğu bildiğiniz gibi Türkçeye “at kuyruğu gibi ne uzar ne kısalır” olarak yerleşmiş bir atasözünün baş kahramanı. Hakikaten de ne uzar ne de kısalır. İşte, Türkiye solu yaklaşık 30 yıldır bu sendromun pençesinde kıvranıyor. Bu sendromun henüz tedavisi de bulunamadığı için bir türlü kendine gelemiyor. Ama yine bir atasözünde olduğu gibi “öldürmeyen Allah, öldürmüyor” ve bu sayede Türkiye solu bitkisel hayatta olsa da yaşamsal fonksiyonlarını koruyabiliyor. Ne yazık ki bu en temel yaşam fonksiyonları koruyabilmek, küçük ve sıradan taleplerini de büyük ve muhteşem ideallerini de başarabilmesinde hiçbir işe yaramıyor.

28 Haziran 2011 Salı

Devletleştirilen Milletvekilliği...

Acaba gasp edilen, bir tür devletleştirilen ya da millileştirilen milletvekilliği merkez siyasetin bir partisine ait olsaydı ne olurdu?

İlk olarak buna devletleştirme veya millileştirme değil, yargının siyasete müdahalesi denirdi. Sonra tüm merkez partileri bu durumun değişmesi gerektiğini söyler, söylemekle de kalmaz gerekli yasal değişiklikleri yapmak üzere hemen harekete geçerlerdi.

Peki, Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun bir milletvekilliğinin gasp edilmesinin merkez siyaset, merkez medya, merkez ekonomi ve merkez akademi tarafından çok da fazla sorun edilmemesi gerek diye karşılanmasının nedeni nedir?

16 Haziran 2011 Perşembe

Âlemi Kör, Herkesi Kemalist Sanmak

Bir zamanlar memleketin en geçerli –izm’i olan Kemalizm, şimdilerde AKP Muhipleri Cemiyeti kıvamına gelmiş olan bir kısım medya tarafından en büyük itham yaftası olarak kullanılıyor (Çok Kemalist bir giriş oldu değil mi?).

Neyse, daha fazla uzatıp kendimi Kemalizm ateşine atmayayım. Birkaç nesli berhava eden bu –izm’in ardından ah û vah edecek değilim elbette. İtiraz noktam, AKP’yi ve onun iktidarını en büyük özgürlük savaşçısı olarak görüp, geri kalan âlemi kör, herkesi Kemalist sananlaradır.

Bu arkadaşlara göre AKP yanlısı, yandaşı, taraftarı, sempatizanı, seçmeni vs. olmayan herkes bir şekilde ucundan kıyısından Kemalist oluyor. 80 yıllık baskı, zulüm ve statükodan toplumu “özgürleştiren” bir hareketin karşısında yer alan herkesi böylece aynı kaba tıkıştırmak muhteşem bir toptancılık örneği (“Özgürleştiren” kelimesini tırnak için alma sebebim, gerçekliğinden şüphe etmemdir. Yoksa özgürleşmemiz gerek, orası kesin) Gerçi AKP ve fikriyatının temelinde toptancı tüccar zihniyeti olduğuna göre bir yerde bunu normal karşılamak gerekiyor olabilir.

8 Haziran 2011 Çarşamba

Halk Bağdat Caddesine İndi, Vatandaş Kafelerde Rahat Oturamadı

Geçtiğimiz Cumartesi günü Bağdat Caddesi (Bundan sonra bilinen şekliyle kısaca “Cadde” olarak adlandırılacaktır) alışık olmadığı bir türde seçim çalışmasına tanık oldu. Daha doğrusunu söylemek gerekirse yapılan çalışmanın türü açısından alışılmadık değildi belki ama bu çalışmayı yapan kitlenin muhteviyatı açısından, evet, Cadde sakinleri ve müdavimleri için alışılmadık olduğu belliydi.

Sebahat Tuncel ve Ufuk Uras’ la birlikte çıkılan Adalar seçim gezisini müteakiben (Belki de buna seçim gezisi değil, 23. Dönem İstanbul 1. Bölge milletvekili Ufuk Uras’ın, 24. Dönem için seçmenlerine Sebahat Tuncel’i emanet etmesi demek lazım) Saat 17:00’ da Cadde’ de gerçekleştirilen hayli renkli yürüyüşün öncesinde de kimi etkinlikler oldu tabii ki. Örneğin sivilliği kendinden menkul sivil polislerin en fazla 60 kişilik kapasiteye sahip tekneyi “amirim, malum vapur geldi” anonslarıyla karşılaması ve Sebahat Tuncel ve Ufuk Uras’ı gözlemeyi bir an olsun bile elden bırakmaması, Cadde yürüyüşünün ilk olarak devlette bir şaşkınlık yarattığının göstergesi gibiydi. Belki de Sebahat Tuncel’ in, “ bir devlet memurunun düğmesini koparmak 3 aydan başlar ” sözünün efsane gibi yayıldığı bu topraklarda bir devlet memurunun yüz hizasında hafif bir esinti bırakan hareketinin de bunda bir etkisi vardı. Bu hareketin devlet üzerindeki psikolojik etkisini değerlendirmeyi daha yetkin kişilere bırakmak lazım belki de, biz şimdi Cadde’ye doğru yürümeye devam edelim.

24 Mayıs 2011 Salı

Derin Liberallerin AKP Hayranlığı...

Malum, son zamanlarda her şeyin bir görünür hali gibi bir de derin hali var: Derin devlet, derin PKK, derin polis, derin AKP, derin sol… Bir tek bahsedilmeyen derin liberaller kaldı.

Bu derin liberaller, derinde olmalarına rağmen sahip oldukları imkânlar ve ileri periskop teknolojileri sayesinde hemen her an ve alanda her şeyi takip edip duruma göre kendilerini görünür kılabiliyorlar. Gazete köşelerinden, televizyon ekranlarından, kitapçı raflarından ve elbette sosyal ağların gözeneklerinden sızıyorlar. En ufak bir boşluğu bile değerlendirmeden geçmiyorlar. Bir tek radyoda olduklarından şüpheliyim. Bunun da iki sebebi olabilir ya ben çok fazla radyo dinlemediğim için bilmiyorum ya da onlar radyonun fazla demode bir iletişim aracı olduğunu düşündüklerinden dolayı ihmal ediyorlar.

9 Mayıs 2011 Pazartesi

İtalik CHP...

CHP'nin merkez sağ seçmene açılım adı altında hemen her seçimde vakt-i zamanında merkez sağ diye tabir edilen ancak şimdi partiler çöplüğünde yerini almış olan DYP ve ANAP'lı siyasetçileri milletvekili adayı olarak gösterme ve seçtirme hikâyesi bu seçimde de Aydın Ayaydın, Turhan Tayan, Mehmet Haberal ve Sinan Aygün'le devam ediyor. Hoş, bu son ikisini merkez sağdan çok aşırı sağda da sayabiliriz ama nihayetinde bu ülkede -en azından siyasetçiler arasında- sağ ve aşırı sağ arasındaki çizgi öyle pek de belirgin değil.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Finlandiya Seçimleri

Finlandiya halkı konuştu: Geleneksel Milliyetçi "Gerçek Finler", diğer tüm partiler oy kaybederken oyların %19'unu (+%14,9) alıp 200 sandalyeli parlamentoda 39 (+34) sandalye kazanarak büyük bir zafer elde etti.

Peki, "Gerçek Finler" kim? İlk olarak politik iktidarı 30 yıldır kendi aralarında paylaşan Ulusal Koalisyon Partisi, Merkez Parti ve Sosyal Demokratlar'dan oluşan eski rejime muhalif bir parti denilebilir. Bu, 30 yıl boyunca halk artan bir şekilde politikaya olan ilgisini kaybetti ve bu ilgisizlik seçimlere katılımın düşüklüğüyle kendini gösterdi. Bu seçimler bir bakıma politikanın politikaya dönüşü oldu.

27 Nisan 2011 Çarşamba

Nükleerden Korksaydık MR Çektirmezdik...

25 yıl önce bugün Ukrayna’nın Çernobil kentinde bir nükleer santral patlamıştı ve bizler televizyonlarımızda çay içip “bakın be içiyorum, bir şey olmuyor” diyen bakanları görmüştük. Azıcık radyasyonun vücudumuza faydalı olduğunu öğrendiğimiz günlerdi ve Kazım Koyuncu henüz kanserden ölmemişti. Sovyetler Birliği daha dağılmamıştı ve komünizmden korkan Türkiye, radyasyondan korkmuyordu.

...Beddua...

Siz, beddua etmeyi bilir misiniz? Öyle “lanet olsun”, “Allah kahretsin” veya “Allah belanı versin” gibi bildik kalıplarla değil ama eski usulde. Hani o an içinden kötü olana dair ne geçerse sayıp dökersin ya, işte ondan bahsediyorum.

“Seni mezarına yatıracak bir oğul sahibi olmayasın hiç, senin için yas tutacak bir kız sahibi olmayasın, gözlerin kanla dolsun, kulaklarına ulumalar dolsun, bağırsakların taş dolsun…”

Ben kendi payıma şimdiye kadar hiç öyle beddua etmedim. Öyle beddua etmemi gerektirecek bir şey yaşamadığım gibi zaten beddua etmeyi de bilmem. Sanırım beddua etmek zamanımıza ait değil. En azından bu zamanda bizim bulunduğumuz mekânlara ait değil. Yine de bazen beddua edebilmeyi istiyorum çünkü insan düzeltemeyeceği öyle şeyler dinliyor, öyle şeyler okuyor, öyle şeyler öğreniyor ki içinden beddua etmek geldiği gibi elinden de zaten başka bir şey gelmiyor. Yani bir rahatlama aracı olarak kullanmak için değil ama gerçekten tutması için…

%10 Seçim Barajı Türkiye’nin En Büyük HES’i Değilse Nedir?

Doğanın ekolojik dengesini bozan –bozan hafif kaldı, mahveden- HES’lerin yanı sıra bir de siyasetin ekolojik dengesini bozan –bozan burada da hafif kaldı, mahveden- HES var. Bu ikinci tür HES’e halk arasında seçim barajı da deniyor. %10 oranında bir dikliğe sahip olan bu baraj, Türkiye’nin görüp görmediği en yüksek HES olarak tarihimizde müstesna bir yere sahip. Ekürisi olan “dokunulmazlık zırhı”yla birlikte yıllardır toplum üzerindeki “vesayet”ini gümbür gümbür sürdürüyor (“Sivil vesayet” denilen şey olsa olsa budur herhalde) Bu yüksekliğin nedeni ise bir siyasi partinin bu diklikte bir barajı aşabilmesi için ihtiyacı olan seçmen kitlesinin neredeyse (tüm seçmenler oy verdiği takdirde) 5.000.000 gibi hayli yüksek bir rakama tekabül etmesi gerekliliği.

Sebahat Tuncel Tokadı…

BDP İstanbul milletvekili Sebahat Tuncel’in, saatlerce yedikleri biber gazı ve tazyikli su ikilisinden sonra sırılsıklam olmuş ve bacağına gaz bombası isabet etmiş haldeyken karşısına çıkan ilk yetkiliye patlaması ve bu devletin suratı budur diye aşk etmek üzere salladığı tokadın “swisss” diye bir ses çıkararak teğet geçmesi üzerine koparılan yaygara pek çok bakımdan hayırlara vesile oldu.

28 Şubat 2011 Pazartesi

Yatmadan Önce 100 Soruda TKP

TKP’nin kendini tanıtma yolunda kullandığı yöntemlerin çeşitliliği ile gerçekten takdir edilmesi gereken bir çabayı gösteriyor. Gazete, dergi, internet sitesi gibi yöntemlerden sonra bu kez belki biraz nostaljik kabul edilebilecek “100 Soruda ….” formatını deniyor: Herkesin konuştuğu ve merak ettiği popüler sorulara kısa ve net yanıtlar. Fazla okuma alışkanlığı olmayan bir ülke için bu da iyi bir yönteme benziyor. Sürekli koşuşturmaca içinde yaşayan insanlar için konsantre bir tanıtım her zaman ilgi çekicidir.

Bu güzellemeden sonra içeriğe yani sorulara verilen yanıtlara gelirsek, işte orada işin rengi değişiyor. Ya insanlara “komünistler”in öcü olmadığını gösterme telaşı ya da format gereği kısa ve net yanıt verilmesi mecburiyeti nedeniyle bilinçaltındaki bazı düşünceler açığa çıkmış gibi görünüyor. Elbette TKP’nin bazı konulardaki bazı değişik düşünceleri zaten bilinmekteydi. Hiç söylenmemiş şeyleri söylüyor değiller ama bu sefer gerçekten şüpheye yer bırakmayacak şekilde net yanıtlar verilmiş.

22 Şubat 2011 Salı

At İzi, İt İzi, Hani Bunun İlk İzi...

Bazı sözler vardır her devre uyar. Öyle sözcüklerden oluşturulmuştur ki ve öyle bir durumla karşılaşılır ki “Hah, bu söz buraya cuk oturdu” denir. Bu kadar teferruatlı bir tanıma gerek yok aslında. Bu sözlere kısaca “atasözü” de deniyor.

İşte “At izi it izine karışmış" sözü devrimizde yürütülen siyasete cuk oturan atasözlerinden. Kim solcu, kim sağcı, kim muhalif, kim muktedir, kim milliyetçi, kim darbeci, kim özgürlükçü, kim liberal... Her şey birbirine girmiş durumda. Salt demokratik ilkeleri savundu diye bir liberal solcu ilan edilebiliyor. Salt şimdiki iktidara muhalefet ediyor diye bir darbeci solcu ilan edilebiliyor. Salt sol etkin olmadığı için muhafazakârlar -bazı icraatları sonucu- solcu ilan edilebiliyor (special thanks to İdris Küçükömer). Yani “at izi it izine karışmış” vaziyette.

19 Şubat 2011 Cumartesi

Wisconsin Savaşları...

Şimdi efendim olay şöyle: ABD'nin Wisconsin eyaletinde Cumhuriyetçiler, işçilerin maaşlarını düşüren, kesintilerini artıran ve sendikaların örgütlenmesini engelleyen yasa çıkarmak istiyor. Mecliste Cumhuriyetçiler 19 kişi, Demokratlar 14 kişiyle temsil ediliyor.Fakat meclisin toplanması için en az 20 kişi lazım. Demokratlar toplantıya katılmayıp ortadan kayboluyorlar.

Bunun üzerine senato başkanı, Demokratları zorla oylamaya katmak için polise emir veriyor. Gelin görün ki Demokratlar komşu eyalet Illinois'e kaçmışlar. Telefonla pazarlık yapıyorlar ama Demokratlar yasayı geçirmemek için haftalarca saklanmakla tehdit ediyorlar...

ABD işte :) Özgürlükler ülkesi...

(Wisconsin Savaşları)

11 Şubat 2011 Cuma

Ağam Kim, Paşam Kim, Şefim Kim?


Bana göre olayın ÖDP’nin şahsında sola karşı düzenlenmiş bir tertip olduğu çok açıktır. Türkiye’de uygulanmakta olan gerici, piyasacı programda solu kullanmak için kurulan bir tuzaktı. Burada ÖDP bir kırılma noktası olarak saptandı. Bu nedenle içimizdeki zaaflı unsurlar da kullanılarak oyunu bizim üzerimizde oynadılar.

Bana göre bizim üzerimizde bir oyun oynanmak istendi. Olayın gelişmesine biraz daha genişçe bakıldığında bu oyunun mahiyetini anlamak çok zor değildir. Bir yandan solu birleştirip büyütme iddiası ileri sürülürken, bir yandan da solun geçmişi hakkında; Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, Devrimci Yol hakkında darbecilik, milliyetçilik, Ergenekonculuk gibi abuk sabuk suçlamalar ortaya atılmaya başlandı. Solun bütün geçmişini sorunlu göstererek itibarsızlaştırmaya yönelik bu suçlamalar en çok da sağcı, AKP yandaşı medya organlarında sergilendi. Buna gazete ve televizyonlara yerleştirilen dönekler takımı eşlik etti.

7 Şubat 2011 Pazartesi

Ambar Devrimi

Ambar, bir Arap ülkesi veya başkentinin adı değil. Bildiğimiz ambar. Hani atalarımızın şu “Aç tavuk kendini darı ambarında sanırmış.” şeklinde cümle içinde kullanmayı uygun gördüğü, genellikle tahıl saklanan depo diye bilinen yer.

Memleket sath-ı mahalinde solculukla iştigal eden ahali de bu aralar biraz bu atasözündeki gibi aslında. Tunus ve Mısır’da gerçekleşen veya gerçekleşmeye çalışan devrimleri gördükçe heyecanlanan, heyecanlandıkça hayallere dalan, devrime, en olmadı onun gerçekleşebilme ihtimaline sevdalı bir şekilde kalbi hızlı atan bir ruh hali. İşte duydukları bu heyecandan mütevellit önünü arkasını düşünmeden tumturaklı laflar etmeye başladılar. “Bizim çağımız şimdi başladı” diyen mi ararsın, AKP iktidarını devirmek için halkı sokağa çağıran mı, yoksa “Tayyip, sonun Mübarek olsun” diyen mi? Hepsinden ayrı ayrı da mevcut, hepsinin toplu bir şekilde bulunduğu da.

31 Ocak 2011 Pazartesi

Hafıza-i Beşer Nisyan ile Malûl müdür?

Hafıza-i beşer nisyan ile malûl müdür? Görünen o ki söz konusu olan Türkiye halkı olunca iş dün akşam ne yediğini unutmaya varacak kadar vahim boyutta. Haydi geçelim yüzyılı, insanlar 30-40 yıl öncesini ve hatta 5-6 ay öncesini dahi hatırlamıyorlar. Evet, her iktidar kendine demokrattır ama bunu bu kadar özgüvenle ifade eden bir iktidar olmadı şimdiye kadar herhalde. Bu özgüveni de ona, nisyan ile malûllüğü her geçen gün daha beter bir şekilde ispatlanan hafıza-i beşer sağlıyor.

28 Ocak 2011 Cuma

Geldim, Öldürdüm, Gömdüm…

Memleketin bir köşesinden, haritaya göre sağ alt köşesinden, bir süredir kemik fışkırıyor. Zamanında öldürdükleri insanların, kimse görmesin diye halının altına süpürür gibi toprağın altına gömdükleri, cesetleri açığa çıkıyor (Tam olarak yer belirtmek gerekirse Bitlis’in Mutki ilçesinde yapılan kazılarda ortaya çıkan bir toplu mezarda 12 kişinin kemiklerine rastlandı). Geldiler, öldürdüler, gömdüler…

5 Ocak 2011 Çarşamba

Bir Adalet'in 10 Yıl Hatırı Vardır...

Çoğunluğun kabul ettiği iktisadî bir olgu vardır: Fiyat, geriye doğru esnek değildir. Yani satıcılar, bir malın fiyatını herhangi bir gerekçeyi (maliyetlerde artış, kar oranında düşüş, talep artışı, yüksek vergiler vb.) öne sürerek artırmaya hazır ve hevesli oldukları halde, bunun tersini yapmaya yani fiyatı indirmeye eğilimli değildirler. Vergilerin düşürülmesi, maliyetlerde azalış gibi nedenlerle fiyatın düştüğü pek görülmez. En fazla belirli bir süre sabit seviyede kalır, o kadar. Tabi bir de fiyatlara alt ve üst sınırlar koyarak kontrol etmeyi deneyebilirsiniz ama bunun sonucu da karaborsa olabilir.