GUE/NGL

Geçen Eylül’de yapılan seçimlerde, seçmenler SYRIZA’nın iki eksene dayanan yeni siyasi programını kabul etti:

GUE/NGL Milletvekillerinin Diyarbakır’ın Sur İlçesine Girmelerine İzin Verilmedi

GUE/NGL heyeti, Türkiye ziyaretine dair raporunu Strazburg’da 8 Mart günü saat 17.30’da açıklayacak.

GUE/NGL

Cizre sakinlerine yönelik ölümcül saldırıları en güçlü şekilde kınıyoruz.

30 Ocak 2012 Pazartesi

İstanbul'a Kar Yağdı

İstanbul'da kar yağdı. Öyle çok da değil, biraz yağdı. Bazen küçük küçük bazen lapa lapa yağdı ama çoğunlukla rüzgarla birlikte havaya savruldu. Sürekli de değil, bir gün yağdı bir gün yağmadı. Çalışanlar hiç değilse işe gidemeyecek kadar yağsın diye dua etti, öğrenciler yarı yıl tatiline denk geldi diye hayıflandı.

Bu kadar karla yine de yollar kapandı, trafik sıkıştı. Zaman zaman vapurlar çalışmadı. Metrobüs, daha bir tercih edildi bir iki gün. İnsanlar işlerinden erken çıkıp evlerine geç kaldı. Erken çıkamayanlar patronlarıyla, müdürleriyle ters düştü.

İstanbullular feryad û fîgan etti. Gazeteler, radyolar, haber siteleri, ana haber bültenleri günlerce yayın yaptı. Büyükşehir “çalıştı”

Tüm Türkiye, İstanbul'un çektiklerine kilitlendi. Ne de olsa İstanbul, Başbakan'ın aşk duyduğu kent...

Wan'da deprem oldu. İnsanlar açıkta kaldı. Çadır kurdular, kar yağdı. Isınmak için soba yaktılar, çadırlar yandı. Çocuklar öldü...

Kimsenin umurunda olmadı...

25 Ocak 2012 Çarşamba

Kürt Sorunu Tartışmalarında Yozgat Eşiği

Diyelim ki televizyonda Kürt sorunu üzerine bir tartışma programı var ve programda Kürt hareketinin (HEP, DEP, HADEP, DEHAP, DTP, BDP vs.) bir temsilcisi veya Kürt sorununda bildik söylemlerden farklı söyleme sahip birisi var. Tartışma bir noktaya kadar karşılıklı soru ve cevaplarla devam ederken programın sunucusu (şimdilerde moderatör de diyorlar) veya cevval bir devlet yanlısı katılımcı aslında ne kadar eşitlikçi ve demokrat olduğunu karşısındakinin gözüne sokmak istercesine o eşsiz tespiti yapar:

“İyi de memlekette bir tek Kürtler ’in sorunu yok ki? Mesela Yozgat’ta da durum çok farklı değil?”

22 Ocak 2012 Pazar

Bir Bardak Sütte Fırtına Koparmak

Bildiğiniz üzere (gündemi takip ettiğinizi varsayarak bildiğiniz üzere diyorum) Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, muhalefet milletvekillerinin sütle ilgili yazılı soru önergelerine "Bakanlığımızca yürütülen kontrol ve denetimlerde, sütlerde antibiyotik kalıntısına ve aflatoksin M1'e rastlanabilmekte olup bunlarla ilgili gerekli yasal işlem yapılmaktadır" yanıtını verdi.

 Ancak bu yanıtın üzerine başlayan tartışmalar süt üreticilerinin canını sıkmış olacak ki hemen ertesinde televizyona çıkarak durumu düzeltmeye çalıştı. Esprili kişiliğiyle bilinmeyen bakan, bunu bir kere daha ispatlamak istercesine "Bir bardak sütte fırtına koparıyorlar" diyerek, annelere seslenip (çünkü babalar süt içirmez, bunlar hep kadın işi) "Çocuklarınıza korkmadan süt içirebilirsiniz" dedikten sonra bir bardak sütü gözümüzün önünde içti.

 Evet, hemen hepimizin aklına malum radyasyonlu çay içme sahnesi geldi. Eski bakanlardan Cahit Aral da 1986'daki Çernobil felaketinden sonra çaylarda radyasyon olduğu iddialarını yalanlamak için kameraların önünde bir bardak çay içmişti. 34 yurttaşın katledilmesi, Hrant Dink davası, Ermenî soykırımı gibi konularda geleneksel devlet refleksinin dışına çıkmayan AKP hükumeti, bir kere daha "devlette devamlılık esastır" ilkesine ne kadar bağlı olduğunu göstermiş oldu...

19 Ocak 2012 Perşembe

Ergenekon'a İnanmıyorum ama Bir Güç Var

Hrant Dink öldürüleli 5 yıl oldu. 5 yılda davanın geldiği nokta, hükumetin övündüğü noktadan yani tetiği çeken kişinin 32 saat sonra yakalanmasından bir arpa boyu ileride değil. Ve bir de bu 32 saatlik maceranın sonunu takip eden bir kaç saat içinde eline Türk bayrağı verip posterlik poz verdirdiler, o da ayrı.

Şimdi davanın gelip de sonuçlandığı bu anda, mahkeme bize diyor ki:

16 Ocak 2012 Pazartesi

Bir İşlemde Kamu Emekçisinden Devlet Memuruna Dönüş-Part 1

Herhangi bir devlet dairesine, herhangi bir zamanda, herhangi bir işim düştüğünde, çalışanlar hakkındaki düşüncelerim 180 derece değişiyor. Dışarıda “kamu emekçisi” diye tanımladığım insanlar, içeride bir anda gözüme “devlet memuru” olarak görünmeye başlıyorlar.

İçeride dedim çünkü herhangi bir devlet dairesine, herhangi bir zamanda, herhangi bir işim düştüğünde, aynı zamanda kendimi gerçekten içeri düşmüşüm gibi de hissediyorum. Telefon santralinin “Dâhili numarayı biliyorsanız, tuşlayınız. Bilmiyorsanız operatöre bağlanmak için bekleyiniz” uyarısını müteakiben bitmek bilmeyen döngü başlıyor. Operatör kamu emekçisi arkadaşa (bu aşamada hâlâ kamu emekçisi konumundalar zira henüz sinirler o kadar yıpranmamış oluyor) derdimi kısaca anlattıktan sonra ilk salvo geliyor: Şu kişiyi aramanız lazım, dâhilîsi şu… Normalde bu aşamadaki beklenti nedir? Operatör arkadaşın sizi o dâhili numaraya aktarması, değil mi? Gelin görün ki olan bunun tam tersi. Telefon suratınıza kapanıyor.

6 Ocak 2012 Cuma

Uçan Bir Halk Olarak Kürtler

Kürtler hakkında en çok anlatılan kırsal efsanelerden birisi kuyruklu olmalarıdır (Kürtler, son dönemde kendi kendilerine uyguladıkları terör nedeniyle yine kendi kendilerinin göç etmesine sebep oldukları için bir miktar şehirleşmiş gibi görünebilirler ama aslında kırsal bir halktır. Dolayısıyla efsaneleri de şehir değil, kırsal efsanedir). Bu efsanenin kökeninin neye dayandığı bilinmese de popülerliği konusunda kimsenin şüphesi yok. Kime sorsanız Kürtlerin kuyruklu olduğu hakkında bir duyumu vardır. Bu o kadar güçlü bir efsanedir ki Kürtlerin var olduğunu kabul etmeyenler (Kart-kurt eğitimli nesil) dahi bu konuda dünyanın geri kalanıyla hem fikir olabilmekteler. Zaten dağlarda ve tepelerde, kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde yaşama becerilerini kuyruklarının verdiği denge duygusu sayesinde başarıyorlar. Yoksa kim öyle sarp kayalıkların olduğu ve her an düşme tehlikesinin yaşandığı yerlerde yaşayabilir ki? Bir keçiler bir de Kürtler.